Arşiv

Yazar Arşivi

Hindistan’da Altın Üçgen (Yeni Delhi-Agra-Jaipur) ve Amritsar gezisi

Bu yazımda, 2019 yılı Aralık ayı sonunda İslamabad-Lahor-Amritsar (Hindistan) güzergahında Hindistan’ın Altın Üçgen (Golden Triangle) olarak bilinen Delhi-Agra-Jaipur şehirlerine gerçekleştirdiğim bir haftalık gezime ait notları sizlerle paylaşacağım.

Altın Üçgen’de bir hafta

Pakistan’da bulunduğum süre içinde Pakistan’ın içinde görmeyi hedeflediğim bölgeleri ziyaret ettikten sonra, sıra yıllardır hayallerimi süsleyen ve “bucket list”imin ilk sıralarında yer alan Hindistan’a gelmişti nihayet.

Pakistan’ın özellikle Hindistan ile sınırı bulunan Pencab eyaletine yaptığım geziler, esasında Hindistan’a hazırlık mahiyetinde önemli bir tecrübe olmuştu. Toplumsal hayatın yanısıra, özellikle Babürler dönemine ait kültürel mirasa ev sahipliği yapan Pakistan’ın Lahor kentiyle, Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’nin özellikle tarihi bölgesi arasındaki mimari benzerliğin bir hayli fazla olduğunu gezimin hemen başında gözlemledim.

Blog yazılarımda, sırf bir gezi yazısı formatından ziyade, gezdiğim yerlerin tarihi, idari, siyasi yapısı hakkında da genel ve kısa da olsa bilgiler vermeye özen gösteriyorum. Bu çerçevede, Alt Kıta hakkında kısa bir girizgahın ardından yazımın ikinci bölümünde gezi notlarımı aktaracağım.

Daha fazlasını oku…

Pakistan/Hunza Vadisi’ne yolculuk

31 Ekim 2019 1 yorum

Giriş

Blogumun gezi bölümünün Pakistan başlığını, yaklaşık iki yıldır yaşadığım ülkede yaptığım gezilerden en sonuncusuyla açıyorum. Bunun en temel gerekçelerini, bu yazımın konusu olan Gilgit-Baltistan bölgesine yaptığım gezinin Hayber Pahtunhva ve Pencab eyaletlerinde gördüğüm şehirlerden daha kapsamlı olması ve bölgede gördüklerimi ve öğrendiklerimi unutmadan kayda geçirme arzusu olarak ifade edebilirim.

Hunza Vadisi

Hunza Vadisi

Pakistan’da kaleme aldığım ilk gezi yazım olması hasebiyle, bu yazımın girişinde ülke hakkında çok kısa ve genel bilgilere yer vermemin yararlı olacağına inanıyorum. Daha fazlasını oku…

Yemen’de Siyasi İktidar Mücadelesi ve İç Çatışmalar

Kuzeyli Husilerin parlamentoyu feshedip ülke yönetimine el koymalarının ardından Yemen’de Suudi Arabistan’ın önderliğindeki 8 Arap ülkesinden oluşan koalisyonun başlattığı ”Kararlılık Fırtınası” adı verilen hava operasyonu ile gözlerin yeniden Yemen’e çevrilmesi üzerine, Yemen’in siyasi yapısını ve ülkede on yıllardır yaşanan siyasi iktidar mücadelesinin tarihsel sürecini ele aldığım ve 3 Ocak 2011 tarihinde bu blogda yayınladığım makalemi bu kez PDF formatında tekrar yayınlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. İyi okumalar dilerim…

( Makaleyi PDF formatında okumak için tıklayınız Yemen’de Siyasi İktidar Mücadelesi ve İç Çatışmalar )

Rıdvan TÜRKOĞLU

Kolombiya’da La Violencia Dönemi, Rojas Pinilla Askeri Rejimi ve Ulusal Cephe

Kolombiya’da La Violencia Dönemi, Rojas Pinilla Askeri Rejimi  ve Ulusal Cephe (Makalenin tamamını PDF Formatında okumak için tıklayınız.  La Violencia, Rojas Pinilla Askeri Hükümet Dönemi ve Ulusal Cephe )

     -Kolombiya / Temel Veriler ve Genel Görünüm

Güney Amerika’nın yüzölçümü olarak dördüncü ve 46 milyon nüfusuyla en kalabalık üçüncü ülkesi olan, petrol, kömür, değerli metaller başta olmak üzere zengin yeraltı kaynaklarına sahip, dünyanın önde gelen kahve üreticilerinden olan Kolombiya[1], köklü devlet geleneği ve kurumsallaşmış idari sistemi sayesinde siyasi ve ekonomik düzenini belli bir seviyede sürdürmeyi başarmıştır. Bu yönüyle Latin Amerika’daki diktatörlük yönetimi geleneğinden soyutlanmış yegane örneği olarak değerlendirilmektedir.

Buna karşın, Kolombiya’nın, kökleri ülkenin kuruluş dönemine uzanan, temelde en büyük sorunları olan;

  1. demokrasi geleneğine rağmen elitist yapısı ,
  2. gelir dağılımındaki aşırı uçurum, (2012 yılında 48 ülkenin yer aldığı dünyanın gelir dağılımı en eşitsiz ülkeleri listesinde 6. sıradan 19. sıraya, Latin Amerika ülkeleri arasında ise 3. sıradan 7. sıraya gerilemesine rağmen gelir dağılımı dengesizliği Kolombiya’nın önemli sorunlarından birini oluşturmaktadır)
  3. ve bu sorunlara ek olarak, aşırı sol ayrılıkçı gerilla örgütleri Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) ve Ulusal Kurtuluş Ordusuna (ELN) karşı yaklaşık 50 yıldır devam eden silahlı mücadelenin yarattığı istikrarsızlık ortamı,

Daha fazlasını oku…

Türkiye-Latin Amerika İlişkilerinde Son Dönemde Yaşanan Gelişmeler

Gerek coğrafi uzaklık, gerek dış politika önceliklerindeki farklılıklar nedeniyle ülkemiz ile  Latin Amerika bölgesinde yer alan ülkelerle olan ikili ilişkiler Cumhuriyet tarihi boyunca düşük seviyede seyretmiş, Latin Amerika’ya Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyası açısından bakıldığında her şeyden önce vurgulanması gereken, kıta ile “sosyal” bağların bilindiği ve düşünüldüğünden çok daha fazla olmasına rağmen[1], son döneme kadar ilişkilerin, genelde karşılıklı sempati temelinde kültürel alanda atılan birtakım adımlardan ibaret olduğu görülmüştür.

2010 yılında bölgeyi ziyaret eden ilk Başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki hafta bölgeye gerçekleştirmesi öngörülen geniş çaplı ziyareti öncesinde, “Latin Amerika Çalışmaları” alanında yüksek lisans yapan biri olarak, ülkemiz ile Latin Amerika bölgesinde yer alan ülkeler arasında son dönemde gerçekleşen gelişmeleri ele almanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Öncelikle,  Arjantinli Türkiye-Latin Amerika İlişkileri Uzmanı Ariel S. Gonzalez Levaggi’nin de ifade ettiği gibi,[2] Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasının zayıflaması ve yeni bölgesel güçlerin ortaya çıkması gibi sistemik faktörlerin yanında, Türkiye’nin uluslararası kimliğinin değişimi, piyasa çeşitliliği çabaları ve uluslararası forumlarda ortak hareket etme gibi faktörler, Türkiye ve Latin Amerika ülkelerinin işbirliği anlamında derinleşebileceklerini fark etmelerini sağlamıştır.

Bu doğrultuda, Türkiye-Latin Amerika ilişkileri hakkında konunun uzmanları, Türk Dış Politikası açısından;

  1. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1995 yılında Arjantin, Brezilya ve Şili’ye ziyareti,
  2. 1998 yılında “Latin Amerika ve Karayipler Eylem Planı”nın uygulama konulması,
  3. ve son olarak da 2006 yılının Türkiye’de “Latin Amerika ve Karayipler Yılı” olarak ilan edilmesi,

çerçevesinde Latin Amerika’ya yönelik  üç önemli kurucu adımdan söz etmektedirler.[3] Daha fazlasını oku…

Merhaba!

Yaklaşık 2 yıllık bir aradan sonra bloguma geri dönüş yapmak beni heyecanlandırıyor. Blogumu daha aktif bir hal getirmek için kafamda uçuşan planlar-projeler bunun en önemli nedeni olsa gerek. Üniversite dönemimde daha çok bireysel akademik gelişimim için kullandığım blogumu artık gezi notları & fotoğrafları – kitap önerileri- hatta yemek köşesi ile renklendirmek en büyük hedefim, tabi takdir edersiniz ki işim ve yüksek lisans eğitimim nedeniyle akademik yazılardan da uzak kalmam mümkün değil. Son 2 yılda hayatımda ve kariyerimde çok şey değişti, blogumda paylaşarak kişisel tarihime not düşmek istediğim çok değişik tecrübeler yaşadım ancak, sözkonusu aradan dolayı hayıflanmak yerine bir an evvel blogumu aktif hale getirmek en iyisi. Bu doğrultuda beni teşvik eden en temel unsur, geçmiş yazılarımın tıklanma sayısı desem ukalalık etmiş olmam umarım. Özellikle, mezun olduğum uluslararası ilişkiler bölümünden mezun olanlar için yazdığım “Bir Uluslararası İlişkilercinin Kariyer Planları ve KPSS” başlıklı yazım yüzlerce kez okundu, hala günde onlarca kez okunuyor ve büyük kısmını cevaplandıramadığım onlarca yorum aldı, gelen sorulara peyderpey cevap vermeye çalışacağım. Fakat çalakalem yazdığım bir yazıya gelen bu kadar yorum ve soru Uluslararası İlişkiler öğrencilerine danışmanlık konusundaki eksikliği bireysel olarak yeniden tecrübe etmeme neden oldu. Kendimi Abbas Güçlü gibi hissettim desem yeridir 🙂

Gezi üzerine hazırlanan bloglar seyahatseverlerin en büyük yardımcısı, benim de ilgiliyle yakından takip ettiğim, bir ülkenin görülecek yerleri, kültürü ve mutfağına ilişkin merak ettiğim bir husus olduğunda veya akdemik alanda ilgilendiğim bir konuya ilişkin kaynak aradığımda danıştığım birbirinden güzel bloglar var. Önümüzdeki yıllar içinde blogumu bu tarz bloglardan birtanesi haline getirebilmek çok iddialı bir hedef olabilir ancak, ülkemizde giderek çok hızlı bir şekilde artan internet kullanımı gözönünde bulundurulduğunda, ihtiyacı olan bir kişiye bile ilgilendiği konu hakkında bilgi aktarabilmek, yaygınlaşan blog kullanımının asli görevini ifa edebilmek adına, ufak da olsa kendi çapımda katkı sağlamak, beni mutlu edecektir.

Tüm bunların dışında, blogla ilgilenmenin kişisel gelişim için çok yararlı olduğuna inanıyorum.

O zaman sözü fazla uzatmadan, İzmir’den “better know nothing than half-know many things” özdeyişle başladığım bloguma Ankara’dan tekrar merhaba diyorum!

RT

Kategoriler:Günlük

ORTADOĞU ÖRNEĞİNDE SON DÖNEM TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA POLİTİK EKONOMİ (Lisans Bitirme Tezi)

ORTADOĞU ÖRNEĞİNDE SON DÖNEM TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA POLİTİK EKONOMİ (Çalışmanın PDF formatına ulaşabilmek için başlığı tıklayınız)

Literatürde yapılan çalışmalar ışığında okumalar yapıldığında dış politikada çok geniş bir yelpaze içerisinde farklı perspektiflerle ve algılamalarla Türk dış politikasının son yıllardaki dinamizminin sebep ve sonuçları ele alınmaktadır. Bu değerlendirmelerde ekonomi faktörünün göz ardı edildiği veya görece daha az çalışmanın konusu olduğu görülmektedir.  Bu sebepten ötürü son yıllarda dikkat çekilmeye başlayan perspektiften değerlendirmelere ihtiyaç olduğu görülmektedir. Zira, çalışma boyunca üzerinde durulduğu gibi, bölgesel güç olabilmek için öncelikle ekonomik bir güç olunması gerektiğine inanılarak ihracata dayalı Türk ekonomisinin çevresinde barış ve istikrarı inşa etmeyi hedefleyen Türk dış politikasını ekonomi perspektifinden yoksun değerlendirmesi eksik kalacaktır. Bu bağlamda, 2011-2012 eğitim-öğretim dönemi boyunca Lisans Bitirme Tezi olarak hazırladığım çalışma aşağıdaki başlıklar çerçevesinde;  Ortadoğu özelinde Türk dış politikasında son yıllarda yaşanan  radikal dönüşümde ekonomik faktörleri esas alarak politik ekonominin ağırlığını sabit ve objektif verilerle anlama ve anlamlandırma çalışmalarına katkı sağlamayı amaçlamaktadır.

1) Türk Dış Politikasında Paradigma Değişikliği

-Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasında Paradigma Arayışları

– AKP’nin Yeni Dış Politika Paradigması

– Türkiye’nin değişen Ortadoğu Politikası

-Ekonomi Merkezli Dış politikaya Geçiş (Trading State’in ortaya çıkışı)

2) Türk Dış Politikasında Yeni İktisadi Aktörler ve Araçlar

-Türk ekonomisinde yaşanan dönüşüm ve Yeni İktisadi Aktörlerin

ortaya çıkış süreci

-Dış politikada yeni aktörler

-Türk dış politikasında politik ekonominin uygulanmasında yeni iktisadi araçlar ve uygulamalar

  • Serbest Ticaret Antlaşmaları
  • Yatırım İlişkileri
  •  Türk  Hava Yolları (THY)
  • Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı  (TİKA)
  • Küresel ve Bölgesel örgütlerde temsiliyet

3) Ortadoğu Örneğinde Son Dönem Türk Dış Politikasında Politik Ekonomi

-Türkiye’nin Bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkileri

-Bölge ülkeleriyle ikili ilişkiler

SONUÇ

Son olarak; 2011-2012 eğitim-öğretim döneminde KPSS ve mezuniyet süreciyle birlikte götürdüğüm söz konusu çalışmam esnasında bana her türlü desteği ve kolaylığı gösteren Tez Danışmanım Sn.Mustafa Küçük’e teşekkürü bir borç bilirim.

Rıdvan TÜRKOĞLU

Bir Uluslararası İlişkilercinin Kariyer Planları ve KPSS

13 Ocak 2013 39 yorum

Uluslararası ilişkiler bölümünden mezun olan bir öğrencinin eğitim sonrası kariyer planlamasında alternatiflerinin malesef kısıtlı olduğu kabul edilen bir gerçektir. Özellikle, hukuk ve PDR isterken tercihlerinin arasına sıkıştırdığı bir bölümü okumak zorunda kalanlar için durum biraz daha kötüdür. Bu yazımda, söz konusu süreçten lise dönemimden itibaren hedeflediğim alan doğrultusunda yaptığım çalışmalar neticesinde maddi-manevi mümkün olan en az yıpranmayla çıkabildiğim için kendimi şanslı addediyorum. Bu bağlamda, özellikle başta mezun olduğum Ege Üniversitesi’nde okuyan alt dönemden bölümdaş arkadaşlarıma ve “uluslararası ilişkilerci” olarak mezun olan ve kariyer hayatı hakkında kafasında soru işaretleri olan bölümdaşlarıma bu süreçten yeni çıkan bir arkadaşınız olarak naçizane önerilerimi içeren bu yazıyla yardımcı olmak istedim. Özellikle, kendi üniversitem açısından söylemek gerekirse, mezun olana kadar KPSS hakkında Hocalarımız tarafından maalesef hiç bir yönlendirmeye ve bilgilendirmeye tabi tutulmayan ve dolayısıyla haksız rekabet içerisinde KPSS maratonuna başlayan arkadaşlarımı konu hakkında bir nebze olsun aydınlatabilirsem ne mutlu… Çünkü çok iyi kurumlarda görev alabilecek potansiyele sahip arkadaşlarımın yönlendirme eksikliğinden ötürü kamu hakkındaki gelişmelerden geri kalmaması gerektiğine inanıyorum.
Uluslararası ilişkiler bölümünden mezun olup üniversite hayatının sona ermesinden sonra diplomalı işsizler kervanına katılmak istemeyenlerin önünde 3 seçenek bulunmaktadır ve baştan söylemem gerekirse iyi bir hayatı garanti altına alıp, başarılı olabilmek için söz konusu bu 3 seçenek için de üniversite hayatı boyunca kendinize yatırım yapmanız gerekmektedir:
1) Özel Sektör
2) Akademik kariyer
3) Kamu Sektörü Daha fazlasını oku…

2012 in review

WordPress.com istatistik yardımcı maymunları bu blog için bir 2012 yıllık raporu hazırladılar.

İşte bir alıntı:

Yeni Boeing 787 Dreamliner, yaklaşık 250 yolcu taşıyabilmektedir. Bu blog, 2012 içinde yaklaşık 1.100 kez görüntülendi. Eğer bu bir Dreamliner olsaydı, bu kadar çok insanı taşımak yaklaşık 4 tur sürerdi.

Raporun tamamını görmek için buraya tıklayın.

Kategoriler:Günlük Etiketler:

“Ortadoğu Örneğinde Son Dönem Türk Dış Politikası’nda Politik Ekonomi” (giriş)

Son Dönem Türk Dış Politikasına Genel Bakış*

Rıdvan TÜRKOĞLU

Son dönem Türk dış politikası uluslararası sistem içerisinde doğurduğu bölgesel hatta küresel sonuçları itibariyle dünya çapında akademik ve siyasi çevrelerin dikkatini çekmekte ve uygulanan politikaların farklı boyutları ele alınarak Türkiye’nin değişen uluslararası vizyonu anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Cumhuriyet tarihi Türk dış politikasının tarihsel temel ilkeleri olarak kabul edilen ”Statükoculuk” ve “Batıcılık” kapsamında değerlendirildiğinde radikal dönüşümlerin yaşandığı son dönem Türk dış politikası ülke içinde farklı siyasi aktörler tarafından tartışılmakta ve zaman zaman şiddetle eleştirilmektedir.  İç dinamiklerin yanı sıra yaşanan bu dönüşüm Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu-Doğu akdeniz hinterlandının merkezinde bir coğrafyada  potansiyel etki gücüne sahip bir bölgesel güç olmasından dolayı uluslararası sistem içerisinde kritik bir önemi bulunan ve medeniyetler arası köprü görevini bulunduğu cografyanın zorunlu bir dayatması olarak üstlenen Türkiye’nin attığı adımlar uluslararası ilişkilere yön vermeye çalışan hegemon güçlerin akademik ve siyasi çevreleri tarafından da çok yakından takip edilmekte ve tartışılmaktadır.

Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte uluslararası sistem içerisinde sahip olduğu stratejik öneminin azalması dolayısıyla önemini kaybedeceği kaygısıyla dış politika alanında atılımlarda bulunan Türkiye 90lı yıllarda bu yönde yaşanılan şevk ve heyecana rağmen karşılaştığı kısıtlamalar sonucunda ekonomik, toplumsal ,  siyasi yapısı ve gücünün çevresindeki sorunlarla başetmek için yeterli olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı.  Nitekim, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Asya’da ortaya çıkan Türki cumhuriyetlerle yakın işbirliği içerisinde Çin Seddi’ne kadar uzanan bir Türk dünyası iddialı dış politika söylemi  realpolitik alanında kadük kaldı ve 1989 ile tezimizde işlenen yeni dönem Türk dış politikası başlangıç noktasına kadar geçen süreç  Türk dış politikası tarihinde kayıp yıllar olarak yerini aldı.

2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte gerçekleştirilen dış politika uygulamaları AKP’nin ilk hükümet yıllarından itibaren yaşanacak olan paradigma değişikliğini yansıtan örnekler olarak pratikte yerini aldı. Zira soğuk savaş boyunca dış ve güvenlik politikalarını bir kutba bağlayan Türkiye, batı tarafında konumlanmasının bir gereği olarak ABD önderliğindeki  bu kutubun çizmiş olduğu sınırlar içerisinde dış politikasını belirleyen, kendi başına insiyatif alma hakkı tanındığı konularda da kendi sıkletinin çok çok altında Yunanistan ve Kıbrıs ile yaşanan sorunlar dışında başka bir dış politika alanında politika üretemeyen bir ülke haline gelmişti. Sistemin dayattığı bu pasif ve edilgen dış politika anlayışının bir sonucu olarak yüzyıllar boyunca birlikte yaşadığı balkan, kafkas ve ortadoğu ülkeleriyle arasına keskin ve kalın sınırlar koyan Türkiye , soğuk savaş dönemi sonrasında söz konusu yapay sınırların kalkmasıyla birlikte tarihsel yükümlülükleriyle yüzleşmek zorunda kaldı.  Nitekim Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra geçen onyıllara rağmen soğuk savaş sonrası bölgemizde yaşanan bunalımlarda Balkanlarda Bosna, Bulgaristan, Ortadoğu’da körfez savaşında kürtler, Kafkaslarda Çeçenistan ve Azerbaycan gözünü Türkiye’ye çevirmiş ve mağdur olan bölge halkları tarafından Türkiye sığınmak için güvenli bir liman olarak görülmüştür. Ayrıca Osmanlı mirası olarak ülkemizde bulunan söz konusu etnik unsurların varlığından dolayı oluşan hassasiyet  dış politikada politika yapıcılarını kaçınılmaz olarak etkilemeye başlayarak bölge politikalarına dahil olmaya zorluyordu. Genç ve kalabalık nüfusu, coğrafyası ve tarihsel bağlarıyla bölgesel güç olmak için gerekli  potansiyel parametrelere sahip olan Türkiye, bu potansiyeli  harekete geçirmek için  şart olan ekonomik gelişme ve siyasi istikrar ortamını sağlayamadığı için koyulan hedefleri gerçekleştirmede başarılı olamamıştır.  Siyasi ortamda  1989-2002 arasında istikrarsız koalisyonlarla yönetilen Türkiye ekonomik olarak 2001’de yaşanan iflas ile idealler ve gerçek dünya arasında farkı acı bir şekilde tecrübe etmiştir.

İşte yaşanılan bu yıllara tepki olarak Kasım 2002’de gerçekleştirilen genel seçimlerde tek başına iktidara gelen AKP siyasi alanda özellikle Turgut Özal döneminde hedeflenen vizyonu esas almasının yanı sıra tek başına iktidar olmanın verdiği avantaj ile ekonomik kriz sonrası Kemal Derviş ile hedeflenen ekonomi politikalarını gerçekleştirmek için gerekli siyasi iradeyi de gösterme imkanını buldu . Yeni dönemde uluslararası konjonktürün uygun ortamında köklü makroekonomik reformlarla ekonomide düzelmeyle birlikte siyasi istikrar da bir miktar sağlanınca teoride planlanan ve hedeflenen soğuk savaş sonrası bölgede oluşan jeopolitik boşluğu doldurmaya yönelik dış politika hedefleri için artık uygulamaya geçme zemini hazırlanmış oldu. Bu dönem ile birlikte Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca takip ettiği temel dış politika ilke ve prensiplerinin yanısıra soğuk savaş sonrasının  dinamik uluslararası ilişkiler ortamında yeni prensipler ve yaklaşımlar inşa ediliyordu.  Bu inşa sürecinin mimarı hiç şüphesiz 2001 yılında yayımlanan “”Stratejik Derinlik-Türkiye’nin Uluslararası Konumu” adlı kitabında bir akademisyen olarak teorileriyle Türk Dış Politikası yapımcılarına öneriler sunan ve 2002 itibarıyla AKP hükümetlerinde dış politika ile ilgili çeşitli görevlerde yer almasıyla teoriyi pratiğe dökme fırsatını bulan Ahmet Davutoglu idi. Davutoglu yeni dönemin başında Türk Dış Politikasının yeni prensiplerini “özgürlük-güvenlik dengesi- komşularla sıfır problem, çok boyutlu- çok kulvarlı ilişkiler, yeni bir üslup ve ritmik diplomasi“ olarak isimlendirdi. Bu kavramsal yeniliklerle  Türk dış politikasının hem söylemi, hem de pratiği değişiyor ve özgüveni yüksek, aktif, dinamik ve çok boyutlu bir dış politika çizgisi ortaya çıkıyordu.

 

Bu dönemin hemen başında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aksi yönde irade göstermesine rağmen meclis iradesiyle 1 mart tezkeresinin geçmemesiyle başta Rusya olmak üzere Batı’dan bağımsız dış politika yürütme konusunda bölge ülkelerinin Türkiye’ye bakış açısı değişti.  Ardından Avrupa Birliği (AB) ile müzakereler konusunda kararlı adımlarla gerçekleştirilen siyasi ve ekonomik reformlar ile iç siyasette devrim niteliğinde değişiklikler yapılırken, dış politikada da onyıllar boyunca “çözümsüzlük çözümdür” politikası izlenmiş Kıbrıs sorunu konusunda statükocu yaklaşımdan vazgeçilip 2004 yılında Annan planıyla sonuçlanan “bir adım önde olma” parolasıyla radikal adımlar atıldı. Çok boyutlu dış politikanın yansıması olarak AB ile ilişkilerin yanında Türkiye yakın kara havzasındaki komşularını hatırlayıp ortadoğuya yönelmeye başladı. Bu bağlamda Batı tarafından şer ekseninde yer alan ve 90lı yılların sonunda savaşın eşiğine geldiğimiz Suriye başta olmak üzere bölge aktörleri ile gelişen ilişkiler ve bölge sorunlarına dahil olma çabaları, ilk belirtilerini İsmail Cem dönemi  dış politikasında gördüğümüz  Türk dış politikasında yaşanan paradigma değişikliğinin göstergeleri olarak değerlendirilmiştir. Daha fazlasını oku…