Arşiv

Yazar Arşivi

“Ortadoğu Örneğinde Son Dönem Türk Dış Politikası’nda Politik Ekonomi” (taslak)

Tezim ana hatlarıyla 5 Bölümden oluşuyor…

1.bölümde ilk olarak, bir önceki yazıda  kısa bir değerlendirme ile bahsettiğimiz dış politika uygulamalarında güvenlik anlayışına dayalı dış politikadan – politik ekonomi araçlarının ön plana çıkarıldığı komşu bölge ülkeleriyle ekonomik karşılıklı bağımlılık ilkesine dayanan paradigmaya geçişin teorik temelinden incelenmekte ve literatürde Türk Dış Politikasını belirleyen ve itici gücünü oluşturan  dinamikler üzerine yapılan tartışmalar ele alınmaktadır. Daha sonrasında ülke içinde yaşanılan ekonomik dönüşüm ile iç dinamiklerin harekete geçmesine olanak sağlanmasının ardından ortaya çıkan yeni ekonomik aktörlerin dış politika yapım sürecine etkileri incelenmektedir. Bölgesel güç olma iddiasında bulunan bir ülkenin ilk önceliğinin bu iddiasını destekleyecek güçlü ve istikrarlı bir ekonomisinin olması gerekmektedir. Bu bağlamda,  temelleri 1980li yıllarda atılan ancak asıl radikal adımların 2001 krizi sonrası atıldığı genel ekonomik kalkınma stratejisinin geliştirilmesiyle birlikte dış ticaret rejiminde gerçekleştirilen yapısal reformlar ele alınmaktadır. Söz konusu reformların uzun vadeli sonucu olarak dönüşüm içerisine giren ve istikrarlı bir şekilde olumlu göstergelerle büyüyen Türk ekonomisinde sermayenin İstanbul’dan Anadolu’nun içlerine kadar yayılıp zenginleşmesiyle oluşan yeni sermaye sınıfının ekonomik çıkarlarının siyaset ve politika yapım sürecini etkilemesi üzerinden artan kamu-özel sektör ilişkileri tartışılmaktadır. Bu aşamada literatürde yer alan “ticaret devleti” (trading state) ve “pratik el”  kavramları ele alınmaktadır. Ayrıca büyüyen ekonominin finasman ihtiyacını karşılamaya yönelik doğrudan dış yatırımları ülkemize çekme  stratejileri, bu amaçla uluslararası yatırımcılara verilen teşvikler yayınlanan raporlar ve grafikler yardımıyla yine bu bölümde incelenmektedir.

2. bölümde değişen paradigma ve yeni vizyon çerçevesinde başta sınır komşularımız olmak üzere yakın kara havzamızda bulunan ortadoğu ülkeleri ile  geliştirilen ilişkiler Irak, Suriye, İran, Mısır, İsrail, örnekleri üzerinden incelenmektedir. Söz konusu ülkelerle hedeflenen ilişkilerin ekomik ve diplomatik ilişkilere yansıyıp yansımadığı ve-veya ne oranda yansıdığı incelenmektedir. Ayrıca İslam Konferansı Örgütü, Arap Ligi, Körfez İşbirliği Konseyi (GCC) gibi bölgesel örgütlerde Türkiye’nin yeni politikaları ve karar alma mekanizmalarındaki varlığı incelenmektedir. Bu şekilde ortadoğuya yönelik yapılan hamlelerin, izlenen politikaların ve çok büyük tartışmalara yol açan dış politika kararlarının arka planında yer alan nedenleri araştırılmaktadır. Bu bölümde ortadoğuda 2011’in ilk ayından itibaren başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan halk isyanlarından bahsetmemiz kaçınılmazdır, ancak bu isyanların gidişatının belirsizliği ve bölgeyi nasıl etkileyeceğini bugünden kestirilemediğinden dolayı Türk dış politikası açısından değerlendirilmesi ilkesel olarak yapılmaktadır.

3. bölümde değişen dış politika anlayışının politik ekonomiye dayalı stratejilerinin bir sonucu olarak geleneksel aktörlerin yanısıra dış politika yapım sürecine etki eden ve söz konusu politikaları uygulamaları aşamasında araçsallaştırılan, ortadoğu ülkelerinde ülkenin yumuşak gücünün ortaya çıkmasına etki ederek ekonomik ve siyasi ilişkilerde insiyatif alan TOBB-TÜSİAD-MÜSİAD-TUSKON-THY-TİKA gibi kurum ve kuruluşların diplomasinin özel aktörleri olarak bu süreç içerisinde katkıları,

 

4.bölümde ilk 3 bölümün bir değerlendirmesi ve analizi ışığında izlenen politikaların 2008 küresel finansal kriz esnasında Türk ekonomisine ne şekilde sonuçlar doğurduğu incelenecek ve dış ticaret hadlerini içeren grafikler yardımıyla küresel kriz döneminde Türk ekonomisinin durumu üzerine değerlendirme  yapılmaktadır. Ayrıca bu kriz ortamında politik ekonomiyi dış politikasında  araçsallaştıran Türkiye’nin donör ülke olarak yaptığı dış yardımların dış politika aracı olarak bölgede yürüttüğü faaliyetler üzerinde  analizi yapılmaktadır.

Son olarak “ Ortadoğu örneğinde son dönem Türk dış politikasında politik ekonomi” çalışmasında Türkiye- Suriye- Lübnan- Ürdün dörtlü Serbest Ticaret Antlaşması “case study” olarak incelenmektedir. Haziran 2010’da 4 ülkenin dışişleri bakanları yüksek düzeyde işbirliği konseyi anlaşması imzalarken 4 ülke arasında serbest ticaret ve serbest vize anlayışına dayanan çalışma da başlatıldı. Sektörel bazda Türkiye’nin ticaret, Suriye’nin enerji, Ürdün’ün ulaştırma ve Lübnan’ın turizm koordinasyonunu sağlaması hedeflenirken bu işbirliğinin bölgenin geleceği ve kaderi açısından büyük önem arz etmesi beklenmektedir. Ortak vize anlaşmasıyla turistlerin masraflarının azaltılması ve ülkelerin birbirinden daha çok turist çekmesi de hedeflenmektedir. “Arap Baharı” döneminde beklenmedik olayların yaşanması bu planın rafa kalkmasına neden olsa da tezimizde bu projenin vizyonu çerçevesinde bölgeye olası katkıları tartışılmaktadır.

Kuzey Afrika – Ortadoğu Olayları Nasıl Yorumlanmalı?

Rıdvan TÜRKOĞLU

2011 yılının başlamasıyla birlikte yakın kara havzamızda, Kuzey Afrika-Ortadoğu hattında yaşanan protesto ve eylemler sonucunda gerçekleştirilen sivil devrimler ve başarıyla gerçekleştirilen bu devrimlerin otoriter rejimlerin sıkıntısını yıllardır yaşayan diğer bölge ülkelerine yayılması bölgede bir dönüşümün başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. Yaşanan olaylar tüm dünya gibi ülkemizde de ilgiyle izlenmekteyken yaşanan sürecin nereye varacağı da merak konusu olarak tartışılmaktadır.

Benim Ortadoğu’da yaşananlar sürecinde gerek bölgesel gerek uluslararası basından takip ettiğim kadarıyla yaptığım değerlendirme sonrası düşüncelerim:

1-      Öncelikle her olayda ABD parmağı, Soros komplosu arayan bakış açısı yıllarca ezilip, yönetimden dışlanarak söz hakkı verilmeyen halkların siyasi ve ekonomik meşru taleplerinin nedenlerini ve bu talepleri gerçekleştirme gücünü anlamamaktadır.  Daha önemlisi bu tepkilerin İsrail’in güvenliği için “islamcı radikalizme” karşı ve uluslararası petrol  aktarım güzergahının emniyeti  için ABD tarafından sistematize edilen “güvenlik devletlerinin” izlediği aşırı laik ve otoriter politikaların bir sonucu olduğu yine aynı bakış açısı tarafından görmezden gelinmektedir. Öncelikle otoriter başkanlarını devirerek başarıya ulaşan halkların hakkını teslim etmek gerekmektedir. Daha fazlasını oku…

Kategoriler:Siyaset Etiketler:, , , , ,

9-16 Ocak 2011 Köşe Yazıları ve Makaleler

 

The Middle East’s Turko-Persian future

Posted By Mohammed Ayoob Tuesday, January 11, 2011 –

 The center of gravity in the Middle East has shifted dramatically in the past few decades from the Arab heartland comprising Egypt and the Fertile Crescent to what was once considered the non-Arab periphery — Turkey and Iran. The exciting era of Arab nationalism in the 1950s and 1960s, especially Nasser’s nationalization of the Suez Canal and the all too brief union of Egypt with Syria, had made the Arab heartland the symbol par excellence of the reassertion of the Third World’s dignity and its aspirations for autonomy from the great powers. Since the 1970s, that air of excitement and hope has given way to the moribund nature of Arab politics and the perpetuation of autocratic and kleptocratic rule, which have contributed in large measure to the diminution in the regional role of major Arab states such as Egypt. Regimes that were once considered “liberalizing autocracies”, such as Egypt with its controlled elections and Jordan with an increasingly vocal parliamentary opposition, have now reverted to an unalloyed autocratic model. Daha fazlasını oku…

Kategoriler:Köşe yazıları

9-16 Ocak 2011 Haftalık AB Basın Özeti

10.01.2011

Rum Dışişleri Bakanı Kiprianu’dan Türkiye’ye AB üyeliği için sert mesaj

Kıbrıs Rum Kesimi, Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmadığı takdirde Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğini kabul etmeyeceğine yönelik sert uyarıda bulundu.

Çin Haber Ajansı Xinhua’ya göre Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu devlet televizyonuna yaptığı açıklamada, “Sadece Türkiye’nin AB üyeliğini kabul etmekle kalmayacağız, üyelik müzakerelerinin devam etmesini de engelleyeceğiz” dedi.

Kiprianu, “kimsenin Ankara’nın sabrını zorlamaması gerektiği veya Kıbrıs ile AB arasında tercih yapması durumuna sokmaya çalışmaması uyarısına” cevap verdi. Kıbrıs sorununun çözümünün, AB üyeliğiyle bağlantılı olabileceğini belirten Davutoğlu’nun açıklamalarını yorumlayan Kiprianu, “Kıbrıs çözümü karşılığında Ankara’nın AB üyeliğini şantajla elde etmesine göz yummayacağız” dedi.

Hürriyet, 10-01-2011 18.19 (TSİ) Daha fazlasını oku…

26 Aralık-2 0cak 2011 Köşe Yazıları

Eksen’ tartışmasında yeni aşama
Beril DEDEOĞLU

Nedense bazı toplumlarda, söylenenlerden çok söylenmeyenlere önem veriliyor. Türkiye’deki bazı toplum kesimlerinde de bu tür bir eğilimin gözlenmesi mümkün. Sözleri inandırıcı bulmama alışkanlığının tarihsel süreç içinde deneme-yanılma yöntemiyle kazanılmış olduğu ileri sürülebilir. Ancak günümüzün kısmen şeffaflaşmış ortamında siyasilerin kanaat, gizli plan ya da “kötü niyetlerini” saklı tutma gibi bir lüksleri fazla bulunmuyor. Bu gerçeklik karşısında sonradan zor durumda kalmayı göze alamayan kişiler de ne düşünüyorlarsa onu söylemeyi tercih ediyorlar ve aslında toplum da onlara oy veriyor.
Gerçekleştirilen politikaların ne anlama geldiğini anlatmaktan yorgun düşen, ancak yine de yaptığından çok niyetinin tartışılmasına engel olamayan kişilerden birisinin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğu anlaşılıyor.

Bakanın yurt dışı gezilerinin kaçta kaçını “Batı”ya, kaçta kaçını “Doğu”ya yaptığı yolunda bir istatistik yayınlandı ve Batı’ya daha fazla gittiğini görünce derin bir nefes aldık; “hep batıya giden Türkiye”den uzaklaşılmadığına ikna olduk, eksenimizin kaymadığını dünya âleme gösterdik. Kimbilir belki Türkiye “Doğu”ya daha fazla açılsın diyenlerden oy beklediği varsayılan bakanın, aslında gizli niyetinin batıya yaklaşmak olduğu bile bu yolla ortaya çıkmıştır. ABD’de bu tür bir istatistik yayınlansa, halkın paniğe kapılması işten bile olmazdı zira oransal olarak ABD dışişleri bakanları en fazla Irak ve Afganistan’a gittiler, dolayısıyla ABD’nin eksen kayması yaşama ihtimali büyük.

Batı’ya daha fazla ziyaret gerçekleştirmiş olmanın bile bazı kuşkuları gidermeye yetmediği söylenmeli. Zira “batı”dan kastın ne olduğu tam bir açıklık kazanmıyor. Kıbrıs’ın güneyinin, Gürcistan ve İsrail’in batı, KKTC, Bosna Hersek ya da Makedonya’nın doğu sayılabileceği bir dünyada yaşıyoruz. Hal böyle karmaşık olunca, gerçekleştirilen ziyaret alanları ile işbirliği girişimlerinin nerelerde arttığına aynı anda bakmak ve işbirliği konularının içeriğine dikkat etmek daha anlamlı hale geliyor. Türkiye’nin yakın coğrafyasında siyasal istikrar sağlayıp ekonomik avantajlar yaratabilecek girişimlere öncelik verdiği son derece açık. Bu girişimlerini Japonya’dan Şili’ye uzanan geniş bir işbirliği ağıyla da destekleme gayretinde. Bu politikanın yüzyıllardır hemen her devlet tarafından uygulanmaya çalışıldığını, başarılı olanların da kalkınmış güçlü devletler haline geldiklerini söylemeye gerek bulunmuyor. Daha fazlasını oku…

Kategoriler:Köşe yazıları

26 Aralık-2 0cak 2011 Haftalık AB Basın Özeti

27.12.2010

AB dönem başkanlığı Macaristan’a geçiyor
Macaristan, 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren AB Dönem Başkanlığı görevini Belçika’dan devralacak. Görev süresinde, Macaristan’ın çalışma programının en önemli gündem maddesi şüphesiz euro krizi olacak.

Belçikalılar, AB dönem başkanlığına yeni bir hükümet olmaksızın başladılar öyle de noktalıyor. Flaman ve Valonlar arasındaki anlaşmazlık nedeniyle, haziran ayındaki seçimlerden bu yana hükümet kurulamadı. Dolayısıyla seçim öncesi hükümet hâlâ işbaşında.

Belçika hükümetinin görevini yine de profesyonel bir biçimde yürüttüğü belirtiliyor. Ayrıca AB içindeki çalışmalarda yaptıkları arabuluculuğa da övgüde bulunuluyor. Belçika’nın dönem başkanlığı sürecinde, AB’de daha sıkı bir mali denetim ve euro için kalıcı bir kurtarma mekanizmasının temelleri atıldı. Ayrıca AB’nin dış politikada tek sesli olmasını hedefleyen Avrupa Dışişleri Servisi de göreve başladı.

Dw, 27-12-2010 13.00 (TSİ) Daha fazlasını oku…

Yemen’de Siyasi İktidar Mücadelesi ve İç Çatışmalar

YEMEN; COĞRAFİ KONUMU VE SOSYAL YAPISI

Rıdvan Türkoğlu

Arabistan yarımadasının güney-batı köşesinde yer alan Yemen, Kızıldeniz’i Aden körfezi yoluyla Hint Okyanusu’na bağlaması itibariyle oldukça stratejik bir konumda yer almaktadır. Bu konumunda ülke, Doğu Afrika ile Arabistan Yarımadası arasında bir geçiştir. Yemen’in batısındaki Afrika Kıtası’nda Cibuti, Eritre ve Somali bulunmaktadır. Bu doğrultuda, “Yemen için arabistan yarımadasının afrika ile kucaklaştığı yer de denilebilir. Ülke aynı zamanda kültürlerin de geçiş(veya kırılma) noktasındadır. Yemen- doğu afrika hattında arap kültürü afrika (afro-african) kültürüne dönüşür ve afrika kültürü de arap kültürüne bu bölgede geçiş gösterir.(1)” Yaklaşık 24 milyonluk  ülke nüfusunu, oranları farklı kaynaklara göre değişkenlik göstermekle birlikte %30-%45 arasında Zeydi (Şii) ve  %55-% 65 arasında Şafi (sünni) olmak üzere müslümanlar oluştururken yaklaşık % 1’ini ise Musevi, Hristiyan ve Hindular oluşturmaktadır. Yüksek doğum oranıyla hızla artan nüfus ile birlikte , kronik hale gelmiş sorunlara müdahale edilmesi ve çözüm üretilmesi giderek imkansız hale gelmektedir. Nitekim, nüfusunun yarısından fazlasının 24 yaşın altında olduğu Yemen’de küresel ekonomik krizin yanısıra zaten var olan yolsuzluk, işsizlik, enflasyon gibi ekonomik sorunlara uzun vadede susuzluk, petrol kaynaklarının azalması gibi hayati sorunların da ekleneceğini düşünürsek güncel güvenlik sorunlarıyla birlikte  söz konusu sorunların giderilmesinde etkin ve güçlü bir merkezi otoritenin bulunmamasının Yemen’i çok zorlu bir geleceğe sürükleyeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Son yıllarda ülkede yaşanan çok boyutlu çatışmalarla da dünya gündemine gelen ülke yöneticileri tıpkı Afganistan ve Pakistan’da olduğu gibi hükümeti desteklemeye ve güçlendirmeye yönelik dış yardımlara umut bağlamaktadır. Daha fazlasını oku…

What is Europe 2020 Strategy?

Rıdvan Turkoglu

 

EU STRATEGY 2020
A European strategy for smart, sustainable and inclusive growth

LISBON STRATEGY

Before the talking about EU Strategy 2020, i need to mention about previous strategy that  came into force in 2000 during the Lisbon European Council.

This strategy was called as a “Lisbon Strategy” and aimed to make EU “the world’s leading and most dynamic knowledge based economy” . But it failed, there were many reasons of  this failure. Economic recession in 2008 was the main reason, but also after years, EU members accepted that the goals were unrealistic, too.

In 2005, the strategy’s failure were already very visible:

-An overly complex structure with multiple goals and actions,

A too weak leadership by the EC,

A lack of political engagement from MSs

The 2007 financial and eco.crisis was the final blow to the strategy.(1) (The EU 2020 strategy: analysis and perspectives ) Daha fazlasını oku…

19-26 Aralık Haftalık AB Basın Özeti

20.12.2010

Türkiye’nin rekabet başlığı açılmıyor

Türkiye’nin rekabet başlığı açılmıyor AB ile Türkiye arasındaki görüşmelerin yürütüldüğü Brüksel’de kulisler, Türkiye’nin 2010 yılının ikinci yarısını müzakerelerde hiçbir fasıl açamadan kapatacağının ortaya çıktığı 16 Kasım’daki toplantıda yaşananlar ile çalkalanıyor.

Türk heyetinin “bir eksiğimiz yok” diye yanlış yönlendirdiği Başmüzakereci Egemen Bağış, Ankara’nın açılması planlanan rekabet faslının kriterlerini yerine getirmediğini 16 Kasım’daki toplantıda öğrendi. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Stefan Füle’nin verdiği bilgiler üzerine Türkiye’nin kriterlerin yerine getirilmediğini öğrenen ve şaşıran Bağış “Brüksel-Ankara ilişkilerinde kritik bir dönemden geçiyoruz. Başbakan Erdoğan sert tepki verirse büyük kriz olur” diye son dakika müdahalesinde bulundu ancak başarılı olamadı. Toplantıdaki diyalogları ünlü masala benzeten bir AB yetkilisi “Kendi heyetindekiler koro halinde bakana ‘her şey yolunda’ derken ‘kral çıplak’ diyen AB Komisyonu oldu” yorumunu yaptı.
Hürriyet, 20-12-2010 11.36 (TSİ) Daha fazlasını oku…

19-26 Aralık Köşe Yazıları

Türkiye, AB ve diğerleri

Beril DEDEOĞLU

 Birbirinden bağımsız gibi gözüken bazı gelişmelere birlikte bakıldığında, bazen geleceğe yönelik tahmin yapmak daha kolay olur. Son günlerde AB, Kıbrıs ve Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki gelişmeler, ‘neler oluyor?’ sorusunu sormayı mümkün kılıyor.

Kriz içindeki AB’de dönem başkanlığı Belçika’dan Macaristan’a geçiyor ve bu çerçevede AB Konsey Başkanı Van Rompuy’un Macaristan’a yaptığı ziyarette tarafların sarf ettiği sözler dikkat çekici. Türkiye’nin Avrupa’da yeri olmadığı konusundaki ısrarlı tutumuyla tanınan Belçika Başbakanı Van Rompuy, Türkiye’nin bölgesinde oynadığı aktif rol nedeniyle AB ile yakınlaşması gerektiğine dikkat çekti. Müzakerelerin sonucunu beklemeden Türkiye’nin AB’ye bağlanması gereğine işaret ederek muhtemelen üyelik yerine ayrıcalıklı ortaklığı kastetmiştir. Bu, Türkiye’nin üyeliğine hala karşı çıkmak anlamına gelse bile bir yandan da “kaybetme” kaygısına işaret ediyor. Macaristan ise, bu yaklaşımı onaylayan bir karşılık verdi ve Türkiye’nin giderek bir tür “Osmanlı” kurduğunu, gidişatın da AB’ye alternatif bir bölge yaratacağına dikkat çekti. Kısacası Türkiye üyeliğine karşı çıkan devletler, bugün “aramıza almadık, onlar da gidip kendi bölgeleriyle bütünleşiyor” diye çıkarsamada bulunuyorlar. Daha fazlasını oku…

Kategoriler:Köşe yazıları